BALKANLI GENÇLERİN MİSYONLARI NE OLMALI?

Geçtiğimiz günlerde Balkan ülkelerinden Türkiye’ye tahsil için gelmiş bir grup öğrenci kardeşimiz ile bir sohbet çerçevesinde beraber olduk. Orada dile getirdiğimiz konuları okuyucularımızla da paylaşmak istedik. Bu yazı o çerçevede kaleme alınmış bir çalışmadır.

Balkanlar, basit bir tarifle Adriyatik’le Karadeniz arasındaki bölgeye verilen isimdir. Adı geçen bölge içinde bugün 12 devlet bulunmaktadır. Romanya ve Moldova bazen Balkan ülkeleri arasında sayılmakta, bazen de tanım dışında bırakılmaktadır. Tabii Slovenya da yapısı itibariyle birçok kereler Balkanlar’dan daha çok Almanya ve Avusturya’ ya yakın bir bölge olarak tanımlanmaktadır. Fakat biz tarihten günümüze gelen daha derin bir çizgiden bakarsak bu 12 ülkeyi de Balkanlar olarak niteleyebiliriz. Osmanlılar bu bölgeye Avrupa-i Osmani veya Rumeli-i Şahane demekteydiler.

Balkan lafzı; sarp ve ormanlık sıradağ, sık ormanla kaplı dağ, yığın, küme, sazlık ve bataklık anlamlarında kullanılan bir kelime olarak sözlüklerde geçmektedir.

Milliyetçilik düşüncesinin etkisi

Osmanlı döneminde 19.yy’a kadar bir ve beraber olan bu coğrafya, özellikle milliyetçilik akımlarının artması ile birlikte parça parça olmaya başladı. Birinci ve İkinci Dünya Savaşı sonrasında ise bu parçalanma daha da arttı. Tabii sadece topraklar parçalanmadı. Bu topraklar üzerinde yaşayan insanlar göçe zorlandı, onlara yönelik birçok asimilasyon tedbiri uygulandı. Topluluklar birbirlerine karşı suni gündemlerle düşman edildiler.

Avrupa ülkelerine baktığımızda ise, bu ülkelerin büyük bir kısmı önceki yüzyıllarda parça parça kantonlardan ve prensliklerden oluşmaktaydı. Mesela, Almanya ve İtalya bu yapılar için önemli iki örnek olarak gösterilebilir. Özellikle 19.yy’da bu ülkeler büyük mücadeleler sonrası birliklerini sağladılar. Daha sonra milli devletlerini oluşturdular. İkinci Dünya Savaşı sonrasında da daha büyük bir birlik için “Avrupa evi”, “Avrupa Birliği” gibi bir hedef etrafında birleşmeye çalıştılar ve bu yolda önemli bir mesafe kat ettiler. Ama özellikle Osmanlı bayrağı altında yüzyıllar boyu bir arada yaşayan ve Osmanlı kimliği altında beraber olan milletler, büyük savaşlar sonrasında ve Osmanlı’nın tarih sahnesinden silinmesi ile birlikte adeta tesbih taneleri gibi dağıldılar. Milliyetçilik düşüncesi onları maalesef “ümmet” fikrinden ayırdı ve hepsi küçük parçalar halinde kendi başlarına kaldılar.

Yaklaşık 9 milyon Müslüman var Balkanlarda

Bu yazımızın ana konusu olan ve Adriyatik denizinden Karadeniz’e kadar yayılan Balkanlar, yaklaşık olarak 550,000 kilometrekarelik bir alanı kapsamaktadır. Romanya’yı da içine aldığımızda (Romanya nüfusu yaklaşık 21,5 milyon) bu bölgede bugün 70 milyon civarında insan yaşamaktadır.

Balkan ülkeleri dediğimizde Bulgaristan (7,5 milyon), Makedonya (2 milyon), Yunanistan (11,5milyon), Arnavutluk (3,5 milyon), Kosova (670 bin), Karadağ (2,1 milyon), Bosna Hersek (4,5 milyon), Hırvatistan (4,3 milyon), Sırbistan (8 milyon), Romanya (21,5 milyon), Moldava (3,5 milyon) ve Slovenya (2 milyon) anlaşılmaktadır. Tabii bu ülkeler içine statüsü tartışmalı olan Sancak bölgesini (530 bin) de ilave edebiliriz.

Bu nüfus içinde yaklaşık 9 milyon Müslüman’ın bulunduğu hesaplanmaktadır. Balkan savaşı öncesi bu bölgede Arnavutlar hariç yaklaşık 2,5 milyon Müslüman yaşadığı tahmin edilmekteydi. Prof. Dr. Kemal Karpat’ın yaptığı bir araştırmaya göre o dönemde Müslümanların nüfus içindeki payı yaklaşık % 40’ın biraz üstündeydi. Bugün için ise bu oran %12 civarındadır. Balkan savaşları ve sonrası dönemde bu bölgeden ne ölçüde bir nüfusun göçe zorlandığı veya asimile edildiği bu oranlardan rahatça anlaşılmaktadır.

Balkanlardaki özellikle bu parçalanma ve nüfus üzerinde zorlamaları yukarıdaki birkaç rakama bakarak çok net olarak görebilmekteyiz. Balkan milletleri açısından baktığımızda bugün Boşnaklar, Arnavutlar, Türkler, Pomaklar ve sair milletler kendi aralarında birliği sağlama konusunda ciddi sıkıntılar yaşıyorlar. Birbirlerine karşı çok da temeli olmayan meselelerden dolayı soğuk bir davranış içerisindeler. Fakat tüm bu ülkelerin daha iyi bir noktaya gelebilmek için birliğe ihtiyaçları olduğu aşikardır.

Öncelikle küçük ama etkili birliktelikler kurarak yola çıkılmalı

Bu ülkelerden gelen özellikle öğrenci kardeşlerimiz birliğin sağlanması konusunda özellikle daha fazla duyarlı olmak zorundalar. Aralarında problemli alanları değil, uzlaşabilecekleri, kardeşliklerini pekiştirecek konuları gündeme getirmeliler. Tarih içinde oluşmuş ihtilaflı konuları değil, kendilerini kardeş yapan, özellikle dinlerinden gelen büyük birlikteliği düşünmek ve onu öne çıkarmak durumundalar.

Osmanlı döneminde farklı dinlere mensupken bile bir arada ve kardeşçe yaşayan Balkan milletleri nasıl oldular da bugün bu tip bir ayrışma içine düştüler, bunları iyice düşünmek zorundayız. Onların parça parça bulunmalarından dolayı kimlerin nasıl menfaat sahibi olduklarını da hesaba katmak gibi bir mecburiyet içerisindeyiz.

Özellikle Balkan kökenli kardeşlerimiz diasporada bulunan kardeşlerinin bulundukları yerlerdeki güçlerini harekete geçirmek durumundalar. Farklı ülkelerdeki bu topluluklar kendi ana yurtlarındaki kardeşleriyle daha fazla ilgilenmeliler. Bulundukları ülkeler ile ana yurtları arasında ticari, sanayi ve kültürel bağları geliştirmek için daha fazla gayret etmeliler. Somut ve gerçekleştirilebilir projeler üzerine eğilmeliler.

Bizler de yani Türkiye’de yaşayan Müslümanlar olarak, özellikle Balkan ülkeleri ile ticari, ailevi, ilmi ve kültürel bağları geliştirici çalışmalar yapmalıyız. Farklı bölgeler arasında somut bağlantılar kurabilmek için öncelikle detaylı araştırmalar yapılmalı, hangi alanlarda işbirliği yapılabilir onlar üzerinde durulmalı, öncelikle küçük ama etkili birliktelikler kurarak bunlar üzerinden daha büyüklerini planlamalı ve gerçekleştirebilmeliyiz.

Yaptığımız sathi bir araştırma ile görmekteyiz ki bugün Balkan ülkeleri diye adlandıracağımız ülkelerin toplam ihracatı yaklaşık 185 milyar dolar civarındadır. Toplam ithalatları ise 265 milyar dolar civarındadır. Toplam gayri safi milli hasılaları 750 milyar doları bulmaktadır. Türkiye’nin gayri safi milli hasılasının 850 milyar dolar civarında olduğunu düşündüğümüzde neredeyse Türkiye’ye yakın bir iktisadi büyüklük görünmektedir. Türkiye’nin ihracat rakamlarının yaklaşık 150 milyar dolar ve ithalatının da 250 milyar dolar olduğu düşünüldüğünde Balkan ülkelerinin toplam hacminin yaklaşık Türkiye kadar olduğu söylenebilir. Türkiye ve Balkan ülkelerinin bir zamanlar bir güç birliği içinde bulundukları düşünüldüğünde, parçalanmanın ülkelere ne kadar zarar verdiğini de net olarak görebilmemiz mümkün.

BALKANSİAD (Balkan Rumeli Sanayicileri ve İşadamları Derneği) tarafından yapılan bir araştırmaya göre bugün 12 Balkan ülkesi ile Türkiye arasındaki dış ticaret hacmi, 2014 yılı itibariyle toplam 21 milyar dolardır. Bunun 9.7 milyar doları Türkiye’den 12 Balkan ülkesine ihracat, 11.6 milyar doları da Türkiye’nin Balkan ülkelerinden ithalatıdır. Oysa sadece Almanya’nın bile bu ülkelerle yaptığı ticareti düşünsek zamanla neleri kaybettiğimizi daha iyi anlayabilmemiz kolaylaşacaktır.

Balkanlara yaptığımız bir seyahatte özellikle Tito döneminde yapılan yatırımlarda farklı bölgelerde farklı alanlarda yatırımlar yapıldığını ve büyük yatırımların bölgeler arasında bölünerek oluşturulduğunu görmüştük. Yugoslavya’nın parçalanmasından sonra farklı devletler ortaya çıkınca bu yatırımların hepsinin diğer parçada kalan yatırıma ihtiyaç duyduğu ve bütünlük sağlanamadığı için büyük çoğunluluğunun atıl durumda kaldığını tesbit etmiştik.

Türkiye’deki iyi örnekleri Balkan ülkelerindeki kardeşlerimize taşıyabilmeliyiz

Balkan ülkelerinden gelen gençlerin bu alanlarda ciddi bir çalışma yapmalarının yararlı olacağını düşünmekteyiz. Zaman içinde ortak bir Balkanlı şuuru oluşturabilmenin, birlikten kuvvet doğar prensibi ile bölge ülkelerine ve milletlerine ciddi fayda sağlayacağı muhakkaktır. Adriyatik’ten Karadeniz’e kadar yayılan yaklaşık 550,000 kilometrekarelik ve Romanya’yı da içine kattığımızda 70 milyonun üzerindeki bir Balkan yarımadasının, bir bütün olarak düşünüldüğü ve değerlendirilebildiği zaman, dünya dengeleri açısından ne kadar önemli bir gücün oluşabileceğini tahayyül etmek gerekir.

Türkiye, tarihten gelen birikimi ve özellikle son 35 yıldaki gelişmesiyle birçok alanda Balkan ülkelerinden çok daha fazla tecrübeye sahip bir ülke. Bu tecrübeleri aktarabilme noktasında bizlerin de önemli ölçüde gayret göstermemiz gerekiyor. Kardeşliğin bir gereği de budur sanırım. Sivil toplum kuruluşları, iktisadi organizasyonlar ve ilmi çalışmalarda Türkiye’deki iyi örnekleri özellikle Balkan ülkelerindeki kardeşlerimize taşıyabilmeliyiz. Türkiye’de okuyan ve çalışan Balkan kökenli kardeşlerimize de bu konularda daha çok iş düşmektedir.

Türkiye’ye okumak için gelen Balkan kökenli kardeşlerimiz tahsil hayatlarını bitirdikten sonra ülkelerine dönmeli ve buradan aldıkları eğitim ve tecrübeyi kendi bulunduklara alanlara taşıyabilmeli, kurdukları ilişkileri öncelikle canlı tutarak, sonra da üzerinde çalışarak derinleştirebilmelidirler.

Bu ilişkiler neticesi ortak ticaret yapılabilmeli, okullar kardeş okul olmalı, üniversiteler ortak programlar gerçekleştirebilmeli, öğrenci ve hoca değişimleri, sempozyum, panel ve toplantı ortamlarını çoğaltabilmeliyiz.

Tahsillerini bitirip dönem kardeşlerimizin her biri adeta idealist bir “muallim” olmalı, diğer kardeşlerini de eğitmeli ve yönlendirebilmeliler. Bölgelerindeki zeki gençleri ve çocukları keşfedip onların daha iyi eğitim alabilmeleri için, Türkiye gibi ülkelere gidebilmelerinin önünü açıcı bir çaba içinde olmalıdırlar.

Eşit statüde, ortak hedeflere doğru koşan kardeşler ilişkisi

Balkan ülkelerinde yaşayan kardeşlerimiz ile Türkiye’dekiler arasındaki ilişki, ağabey- kardeş, hoca –talebe, büyük ülke –küçük ülke ilişkisi değil, eşit statüde, ortak hedeflere doğru koşan kardeşler ilişkisidir. Bu noktayı

 

özellikle unutmamamız gerekmektedir.

Ayrıca uzunca bir süre ortak bir tarihi birlikte yaşadığımızdan, birikimlerimizin ve değerlerimizin ortak olduğu şuurunu da daima hatırda tutmamız icap etmektedir. Mesela, Süleymaniye Camii ne kadar Türkiye’deki Müslümanların eseriyse o kadar da Balkan ülkelerindeki kardeşlerimizin eseridir. Kalkandelen’deki Alaca Camii ne kadar Makedonya’daki Müslümanların ise o kadar da biz Türkiye’deki Müslümanların camiidir. Aynı misalleri Blagay Tekkesi ile Yenikapı Mevlevihanesi arasında da yapmamız mümkündür. Tüm bunlar bizler arasında bugün siyasi sınırlar var olsa da kültürel açıdan ve ruh iklimlerimiz arasında bu tarz sınırların olmadığını ve olmaması gerektiğini gösteren misallerdir.

Türkiye’de eğitim gören Balkan kökenli öğrenciler burada geçirdikleri zamanı çok verimli kullanmalıdırlar. Osmanlı’nın son dönemlerinde kurulmuş olan Tercüme Odaları gerçeği bu konuda iyi bir örnektir. 1830’larda kurulmuş olan bu tercüme odaları Osmanlı içinde zeki ve gayretli gençlerin özellikle Fransızca öğrendikleri ve bu dil ile birlikte o dönemde Batılı düşünceler ile irtibat kurdukları bir yer idi. Burada yetişen gençler 19.yy’ın sonlarında Osmanlı’daki yenileşme hareketlerinin içinde oldular ve Osmanlı batılılaşması için ciddi faaliyetlerde bulundular. Bu gençlerin büyük kısmı Osmanlı’nın parçalanmasında bilerek veya bilmeyerek fonksiyon ifa ettiler.

Nasıl ki bir arada bir dönem ortak bir yetişme içine giren gençler menfi bazı gelişmeler için adeta lokomotif görevi görmüşlerse, belli bir dönem bir arada yetişen gençler de bugün tersine bir tavır içine girerek yarın birçok müsbet sonucu sağlayabilirler. Ben Balkan kökenli öğrenci kardeşlerimizin bir dönem Türkiye’de tahsil dönemi geçirmelerine bu tip bir müsbet geleceğin ön hazırlığı olarak bakıyorum.

Bu gençler yarın ülkelerinde önemli yerlerde olacaklar. İlim dünyasında, siyaset dünyasında, sivil toplum faaliyetlerinde öncü kişiler olacaklar. Bu arkadaşlar bugünkü birlikteliklerini ciddiye alırlarsa, çalışmalarını verimli yaparlarsa, yarın bulundukları yerlerde güçlerini faydalı hedeflere varabilmek için birleştirebilirler. Hem ülkelerine, hem de içinden geldikleri topluluklara katkı sağlarlar. İlave olarak da Balkan milletleri arasında özlediğimiz kardeşliği ve birliği sağlama noktasında önemli bir fonksiyon ifa ederler.

Belli bir plan dahilinde, düzenli ve ısrarlı bir çalışma

Türkiye’de tahsil yapan kardeşlerimiz, bir yandan da kendi ülkelerinin makro ve mikro sorunları üzerinde kafa yormalıdırlar. Bu kafa yoruş ve araştırma süreçleri içinde, Türkiye’de ülkelerinin ve ait oldukları toplulukların meseleleri için ne gibi çözüm örnekleri bulabilecekleri üzerinde de düşünmelidirler. Türkiye tecrübesi onlara kendi ülkelerindeki problemlerin çözümü için birçok reçete sağlayacaktır kanaatini taşımaktayım. Yeter ki gayret etsinler ve nerelere bakacaklarını, kimlerden istifade edeceklerini bilebilsinler. Türkiye’de Balkanlı gençlere destek için kurulmuş vakıf ve dernekleri de böyle bir amaca yönelik olarak zorlamak da bu gençlerin vazifeleri arasındadır.

Balkan ülkelerinin ve topluluklarının gelişmesi, ülkelere katma değer sağlayacak projelerin ortaya çıkarılması ve Türkiye ile bu ülkelerin ve topluluklarının ilişkilerinin geliştirilmesi konularında bugüne kadar yapılmamış akademik araştırma konularının iyi bir listesini oluşturmaya çalışmalıyız. Bu liste içinden master ve/veya doktora yapacak gençlerimize vakıflar ve dernekler üzerinden araştırma bursları sağlamalıyız. Bu sayede bursları daha verimli bir yöne doğru kanalize etme imkanı da bulabiliriz.

Türkiye ve Balkan ülkeleri arasında iletişim alanında da ortak projeler meydana getirebilmeliyiz. Bu alanda Türkçe, Arnavutça, Boşnakça haber siteleri, facebook hesapları oluşturabilmeli, ülkeler ve toplumlar arasında bu yolla haberleşmeyi arttırıcı çalışmalar üzerinde yoğunlaşabilmeliyiz. Türkiye’de okuyan veya Türkiye’den gidip de Balkan ülkelerindeki okullarda eğitim gören gençlerimiz özellikle bu tip projeler üzerinde daha verimli çalışmalar yapabilirler.

İzcilik türü uluslar arası gençlik organizasyonları, spor kulüpleri, kültür ve sanat faaliyetleri bazında da ortak çalışmalar yapabilmeliyiz.

Özetle, birlikten kuvvet doğar. Gerek Balkan ülkeleri ve Balkan milletlerinin kendi aralarındaki ayrılıkların olabildiğince azaltılması, gerekse de onlarla Türkiye arasında tarihten gelen birlikteliğin canlandırılması ancak karşılıklı gayretlerle olabilir. Bu gayretlerin de belli bir plan dahilinde, düzenli ve ısrarlı bir çalışma ile yapılması koşuluyla başarıya ulaşması mümkündür. Türkiye’de tahsil gören Balkanlı gençler ve Balkan ülkelerinde okuyan Türkiyeli gençler, bu çalışmalar içinde çok önemli bir yer işgal etmektedirler. Hem onlar, hem de onlara destek olan büyükler bu gerçeğin önemini kavradıkları oranda inşallah yarın daha güzel neticelere ulaşacağımızı ümit edebiliriz.

 

Erhan Erken yazdı

www.dunyabizim.com

SaveSaveSaveSave

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir