BU DÜNYADAN BİR MUZAFFER AĞABEY GEÇTİ

Çocukluk arkadaşlarımdan Rafet telefondaydı. Birbirimizin hatırını sorduktan sonra ‘Muzaffer Ağabey vefat etti, cenazesi yarın ikindi namazında Şenlikköy Camii’nden kaldırılacak, bilgin olsun’ dedi. ‘İnna lillah ve inna ileyhi raciun’.

Telefonu kapattım, o an ciddi bir üzüntü duymuştum. Yıllardır görmemiş olmama rağmen bu vefat haberinin beni derinden etkilediğini farkettim. Bu görüşme ve haberle birlikte zihnimde çok eskilere doğru bir yolculuk başladı.

Muzaffer Ağabey, Florya Şenlikköy‘de 1970’li yıllarda yaşamış olan bizim kuşak için çok bilinen ve hayatımızda derinden yer etmiş bir kişi idi. Belli bir dönem yaşadığımız bir çok olay onun bulunduğu mekanın çevresinde geçmiş ve o da bir şekilde bu hadiselerin içinde yer almıştı.

Çocukluk günlerimin en önemli seremonilerimden biri

Diğer arkadaşlarımdan ayrı olarak Muzaffer Ağabeyin benim hayatımda yer almaya başladığı tarihler 1960’lı yılların ikinci dönemine kadar uzanmaktaydı. İlk hatırladığım kendisinin iki tane at tarafından çekilen çok süslü bir faytonu olduğu idi. Florya tren istasyonunun hemen yanında o zamanlar rengarenk faytonlar sıra bekler, trenden inenler daha içerilere gidebilmek için çoğu zaman bu faytonları kullanırlardı. Muzaffer Ağabeyin faytonu içlerinde en fiyakalısıydı.

O yıllarda bizim aile yaz aylarında Florya Şenlikköy’e yazlığa giderdi. Amcamların ve eniştemlerin kendi evleri vardı. Babam da yine aynı sokakta rahmetli Nazım bey amcaların evini kiralardı ve biz de yaz aylarını orada geçirirdik. Büyük bir bahçe içinde iki katlı bir bina ve yan tarafında da mustakil olarak bir bölümü daha olan bir yerdi Nazım Bey Amca’nın evi. Kendisi, hanımı Ayşe Hanım Teyze ile yaz kış orada oturur, kalan bölümleri bizim gibi yazlıkçılara kiralarlardı.

Aynı anda 4 aile o evde ikamet edebilirdi.

Bahçesi çok bakımlıydı; içinde rengarenk gülleri, çiçekleri ve meyve ağaçları vardı. Küçük yaşıma rağmen çiçeklere zarar vermiyor oluşumdan dolayı bahçesine çok önem veren Nazım bey amca beni özel olarak severdi. Kış aylarında da bir bölüm eşyamız orada kalır, bazen haftasonları da gittiğimiz olurdu. Okulların tatil olması ile birlikte bir kamyonet tutulur, bir kaç hamal ile birlikte buzdolabı, çamaşır makinası ve bir kısım eşyalar ona yüklendikten sonra taşınma işlemi başlardı.

Bu olay benim çocukluk günlerimin en önemli seremonilerimden biriydi. Okul bitiyor ve uzun yaz aylarında Şenlikköy’deki arkadaşlarımla doyasıya oynayabiliyordum. Bizim gibi İstanbul’dan başka bir memleketi olmayanlar, köyü veya yaylası bulunmayanlar için Şenlikköy belki de o fonksiyonu görüyordu

.

Çocukluğumun kahraman faytoncusu

Muzaffer Ağabeyin vefat haberi ile birlikte bende canlanan duygular geçmişteki tatlı hatıralara da temas ediyordu.

İlk çocukluk günlerimde Muzaffer Ağabeyin faytonuna binmek ve onun yanına oturup bir müddet de olsa dizginleri tutmak benim yaz aylarıyla ilgili en önemli hayallerimden biriydi. Arada bir ayağımla çın çın diyerek öten bir nevi fayton kornasına da basardım. Atları coşturmak için ağzımı hafifçe yana çekerek deeeh demek de işin bir gereğiydi adeta… Tabii Muzaffer Ağabeyin o zamanın polislerininkini andıran kocaman beyaz şapkasını başıma takmak da bana ayrı bir keyif verirdi. Elimde dizginler ve kamçıyla tüm faytona hükmeden adeta bir süvari gibi hissederdim kendimi.

Fayton sürmenin bir diğer tamamlayıcı rüknü hayvanları hızlandırmak için kullanılan kamçının niteliği idi. Bu kamçının da ayrı bir önemi ve hatırası vardı ki onu da burada anlatmam gerekiyor.

Fatih Nişanca caddesinde şu an babamların hâlâ oturmakta olduğu ve benim çocukluğumun geçtiği mahallede bir Galip Amcamız vardı. Rahmetli Galip Amca İstanbul Belediyesinde çalışırdı. Tahminimce müdür veya şef gibi bir görevi vardı. Mahallede saygın bir yeri olan Galip Amca ve hanımı Melahat Hanım Teyze bizim ailenin büyüklerinin de kadim dostları idi ve beni de çok severlerdi.

Her yaz Florya’ya taşınmadan evvelki en önemli iki hazırlık fiilinden biri babamla yaptığımız kocaman bir kuleli uçurtma ile Galip amcanın benim için hazırladığı kamçı idi.

Sayısını tam hatırlayamıyorum ama zihnimde en az 4 veya 5 yıl için bu kamçı hediyesi canlı bir şekilde duruyor. Galip amca adeta iş edinmiş gibi her yıl bana bu kamçılardan yapardı ve ben de Florya’ya gider gitmez babamları ikna eder ve Muzaffer Ağabeyin faytonunda onun yanındaki sete kurulur, dizginleri elime alır ve kamçıyı şaklatırdım.

İşte rahmetli Muzaffer Ağabeyin vefat haberini alınca öncelikle bu sahneler gözümde canlandı.

Hey gidi Muzaffer Ağabey.

Çocukluğumun kahraman faytoncusu. O da Rahmet-i Rahmana kavuşmuştu.

Lojistik üssümüzdü adeta o bakkal dükkanı

Daha sonraki yıllarda Florya’da diğer taşıt araçlarının yaygınlaşması ile birlikte fayton durağı da canlılığını yavaş yavaş kaybetmeye başladı. Muzaffer Ağabey de faytondan indi ve bir bakkal dükkanı açtı.

İlk bakkal dükkanı mıydı tam hatırlayamıyorum ama bizim oturduğumuz Bağlar Mevkii sokağı ile Florya asfalfının kesiştiği yerde, tam asfaltın kenarında bir bakkal dükkanı vardı. Bakkalın yerinin sahibi de yakın mahalle arkadaşımız Bülent’lerin babalarıydı.

Bülent’in babası rahmetli Bahri amca ile rahmetli Muzaffer Ağabey’in ev sahibi-kiracı ilişkileri çerçevesinde bazen hafifçe atışmaları o bölgenin müdavimi biz gençler için seyredilmesi hayli ilginç olaylardan biriydi.

O bakkal dükkanının önünde güzel ve kocaman bir ağaç vardı ve ağacın altında da beş altı kişinin oturacağı bir tahta oturak. Tahminimce bu bir ceviz ağacı idi.

İşte bizim mahalledeki çocukların buluşma noktasıydı bu ağaç altıydı. Her gün gürültü patırtı, gelenlere ve gidenlere takılmalar, oturarak oynanan oyunlar…

Uzun yaz günlerinde susayanlar için bakkalın dolabı adeta evimizin dolabı gibiydi.

Arada mahalle arasında dolaşmaya giderken aldığımız çekirdekler, bisküviler, çikolatalar türünden lojistik destek Muzaffer Ağabeyin dükkanından sağlanırdı. Hesaplar bir deftere yazılır, bazen biz, bazen babamlar ödemeleri yapardı.

Muzaffer Ağabeyin hanımı Şennur Yenge de bakkal dükkanının mütemmim bir cüzü idi. Şennur yenge ki söyleyişimden bile anlaşılacağı üzere Muzaffer Ağabeyin akrabalık durumu o kadar net ki hanımı da hepimizin yengesi durumundaydı.

Mahallenin çocuklarının Şennur yengesi… Şennur yenge biraz daha disiplinli, para pul hesaplarına daha titiz, çizgi dışına çıkacak tarzda gürültü patırtı yaptığımızda bizlere kızan bazen de tatlı sert kovalayan bir kişi idi. Ama yenge bu, bazen sever bazen kızar.

Bu arada Şennur yengenin Muzaffer Ağabeyden çok daha önceleri bu dünyaya veda ettiğini de belirtelim. Allah rahmet eylesin.

Herkesin birbirini tanıdığı bir yerdi Şenlikköy

Muzaffer Ağabeyle ilgili çok hatıra var dağarcığımızda. Mesela onun uzun bir ipin ortasına konulmuş bir Türk bayrağı vardı. Mahallede birisinin evleneceği haberi duyulduğu zaman o hadise dikkatlice izlenir, tören günü hemen bize bayrağı verir ve tüm çocuklar sokağın başını ipin iki ucundan tutarak kapatırlardı. Gelin arabasının önünde bir bayrak. Geçebilirse geçsin bakalım. Bu hizmetin gereği olan harçlıklar alınır ve bayrak Muzaffer Ağabeye teslim edilirdi.

Muzaffer Ağabey çok hazırcevap bir adamdı. Onu lafla alt etmek mümkün değildi. Her lafa bir laf, her espriye karşı bir espri üretebilirdi.

Bize bazen tatlı tatlı ayar verdiği ve ikaz ettiği de olurdu.

Yaşlarımız daha ilerlediğinde içimizden bisikletten arabaya doğru çıkanlar oldu. Yeni ehliyet alıp babasının arabasıyla mahallede gürültülü bir şekilde dolaşan, lastikleri öttüren, bir nevi ‘hava’ atmaya çalışan birimiz olduğunda, ona karşı lafı hazırdı: ‘Öksürün babanızın ağızıyla bakalım’.

Tabii bu lafın Muzaffer Ağabey tarafından söylenebilecek versiyonunu yazılı bir metinde dile getirememekle birlikte okuyanların hayal gücüne bırakmadan da edemeyeceğim.

Biz 1980 yılına kadar yaz aylarında Florya’ya devam ettik. Bahçe içinde en fazla iki katlı, her tarafında oyun oynanabilecek çayırların yer aldığı, bisikletleriyle gezen çocukların arabalar tarafından taciz edilmediği, çayırlarda bizler oynarken yanımızda ineklerin otladığı, tavukların koşuştuğu, herkesin birbirini tanıdığı bir yerdi Florya Şenlikköy.

Şu an bile bazen o bölgeye gittiğimde, cadde ve sokaklarda dolaşırken tüm oyun alanlarımızı adeta gasbeden bu evlere karşı hiç de hoşgörülü bakamadığımı hissederim. Sahibinin kim olduğu önemli değil, oralar bizim özgürce dolaştığımız mekanlarımızdı, bizim çayırlarımız, bizim arsalarımızdı.

1980’den sonra bizim yazlık mekan değişti ve biraz daha uzak bir yere gider olduk.

Evlendim, çoluk çocuğa karıştım. Mekanın ve sosyal şartların değişikliğinin de tesiriyle Florya’daki o mahalleye artık gidemez olmuştum. Diğer arkadaşların bir kısmı da çeşitli sebeplerden dolayı farklı semtlere taşındılar. Arada bir fırsat bulup uğradığımda ise eski arkadaşların bir bölümünü görür ve tren istasyonuna yakın Havuzlu Bahçe civarına dükkanını taşımış olan Muzaffer Ağabey ve Şennur Yengeye de uğrardım.

Muzaffer Ağabey işte bizi yine toplamıştı

Muzaffer Ağabeyin cenazesi için gittiğim Şenlikköy Camii de bizim için önemli bir mekandı. Daha önceleri köyün içlerinde kiliseden dönme ve şu an bir gönüllü kuruluşun yeri olarak kullanılan küçük mescide devam ederdik. Benim ilk Kur’an öğrenmem de o küçük mesciddeki Kur’an kursunda olmuştur. İlkokula bile gitmezken kendi gayretlerimle okuma yazma öğrenmiş ve babamın cami hocasını ikna etmesiyle çocukların arasına katılarak derslere başlamıştım. Benden üç yaş büyük amca kızım ile kursa gider ve küçücük yaşımla onu geçebilmek için uğraşırdım.

Derken yıllar geçti ve köye Ayet Efendi adıyla Rumelili bir amca geldi. Tekstil işi yapan Ayet amca çok gayretli ve organizatör bir adamdı. Herkesi çalışmanın içine soktu, tüm riskleri üstlendi ve Muzaffer Ağabeyin cenazesinin kaldırıldığı o büyük caminin inşaatına girişildi. Kısa bir sürede inşaat bitti ve cami ibadete açıldı. Allah rahmet eylesin, Ayet Efendi ve oğulları Şenlikköy tarihinde adı altın harflerle yazılacak insanlar arasındadır. Tabii onların yanında benim rahmetli Necati amcam gibi sessiz kahramanları da burada anmak gerekecektir sanırım.

Yeni Şenlikköy Camii hakikaten önemli bir işlev görüyordu. Florya’nın çevresi gelişiyor, kısa zamanda o büyük cami cemaate adeta küçük geliyordu. Biz de gençlik dönemlerimizde o cami içerisinde çeşitli vesilelerle toplanır, bazen de bizden daha küçük çocuklara yönelik çeşitli kitap okuma türü faaliyetler yapardık.

Rahmetli Muzaffer Ağabeyin cenazesi işte o Şenlikköy Camii’nin musallasında yatıyordu.

Camiye girdiğimde o hatıralar da hızlıca gözümün önünden geçiverdi.

Çocuklarına taziyelerimi bildirdim. Bir dönem Muzaffer Ağabeyin dükkanının önündeki ağaç altına toplaştığımız arkadaşlarımızın bir bölümü, bu sefer cami bahçesinde toplanmışlardı. Mehmet, Mithat, Recep, Taner, Rafet, Hilmi, Semih

Yıllar onları da eskitmişti. Sarıldık, kucaklaştık.

Rahmetli Muzaffer Ağabey bizi yine toplamıştı.

İçlerinde çok uzun süredir görüşmediklerim vardı. Birbirimizi kucaklarken geçmiş yıllar, hatıralarımız ve daha bir çok şey gözlerimizin önünden akıp geçti.

Namaz sonrası bana vefat haberini veren Rafet yanıma yaklaştı ve kısık bir sesle; ‘Erhan farkediyor musun, Muzaffer Ağabey bizim için ne kadar önemli bir adammış, şu an bunu daha iyi anladım’ dedi.

Sanki benim burada anlatmaya çalıştıklarımı Rafet de aynen hissetmişti.

Musalladan eller üzerinde alınıp ebedi istirahatganesine doğru yola çıkan Muzaffer Ağabey ile birlikte tüm çocukluk hatıralarımız da sanki bir yolculuğa çıkıyordu.

Muzaffer Ağabeye, hanımı Şennur Yengeye ve bu vesile ile andığımız nice büyüklerimize Allah’tan rahmet diliyorum.

 

Erhan Erken

Dünya Bizim Haber Portalı

Temmuz 2014

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir